Önce derelerden ‘bal’ akıttılar. Arkası çorap söküğü gibi geldi zaten. Yumurta, işlenmiş et, zeytinyağı, ekmek…
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın başlattığı ‘şok’ operasyonları bir anda ülke gündemine oturdu.
Tabii bu süreci tüketici güvenliği ve sağlıklı beslenmenin güvence altına alınması adına hep destekledik. Samimi, tutarlı ve milletin çıkarlarına pararel yapılacak her hamleyi desteklemeye de devam edeceğiz.
Ancak, gıda güvenliğinde herkes birbirine sallıyor. Ortalık toz duman…
Her sektör kurulu ve temsilcisi itiraz ediyor; tavukçular masumuz diyor, etçiler itirazda, yumurtacılar mahkemede, fırıncılar ateş püskürüyor…
Bir hekim çıkıp tavukla ilgili beyanlarda bulundu, rakı bağımlılığından hekim hatalarına kadar olmadık kusurlar önüne konuverdi.
Suçlama kervanına bizzat Bakan Bey’in kendisi de teşrif etmesinler mi?
Bu nasıl bir anlayış.
Benim kusurum ‘doğru’ ama senin kusurların ‘tu kaka’ anlayışıyla nereye varacağız?
Bu işlerde çifte standart olmamalı, akıllarda soru işareti kalmamalı. Eğer böyle tutarsız bir politika izlerseniz; Apikoğlu’nun gayri müslim olduğu için yem edildiğini, BİM’in mevcut iktidara yakınlığı dolayısıyla kollandığı iddialarını susturamazsınız!
BİLİNÇLİ TÜKETİM İÇİN TÜKETİCİ BİLİNCİ OLUŞTURMALIYIZ Bizim için mücadele eden insanlara omuz vermeliyiz...
Aynı konuyla ilgili Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta çok daha çarpıcı iddialar ortaya attı. Bilmem zevat buna ne buyururlar…
Tarım ürünlerinde ilaç kalıntıları tehlike saçmaya devam ediyor. Geçtiğimiz günlerde bir akademisyen bu manzarayı 'tahta fırçasıyla bile fırçalasanız çıkmaz' cümlesiyle resmetmeye çalışmıştı.
Öyle güçlü bir lobi oluşmuş ki, tüketici sağlığını düşünen insanlar bir anda alkolik, hain, dış güçlere çalışan ajan ilan ediliyor.
Başta Bakan Mehdi Eker olmak üzere kim ne söylerse söylesin, artan kanser vakalarının beslenme alışkanlıklarıyla ilişkisi artık kesinleşti.
Bu konuda ikiye bölünmüşlük göze çarpıyor. Bir tarafta çiftçiler ve gıda tarım politikalarını yöneten siyasi erk, diğer tarafta ise halk sağlığı açısından zararlı olan besinleri engelleme gayretinde olan kişi ve kurumlar…
Biyogüvenlik Kurulu Başkanı Hakan Yardımcı’nın açıkladığı “yem amaçlı 9 mısır çeşidinden 3'ü ile ilgili olumlu, 6'sı ile ilgili olumsuz karar alındığı” haberi henüz tazeliğini koruyor.
Gerçekten, gıda terörünün bitirilmesi için mücadele eden kişi ve kurumlar hain mi?
Eğer böyle olduğunu düşünüyorsanız, size yüz tam puanlık bir soru: GDO’lu hayvan yeminin ekilmesi, ticareti ve kullanılmasına müsaade edenlere ne dememiz gerekiyor?
MÜSLÜMAN MAHALLESİNDE SALYANGOZ SATIYORLAR! Uzmanlar hep marka ürünler alın diye tüketiciyi yönlendiriyor. Son skandalda gördük ki marka ürünler de bazı gerçekleri tüketiciden saklıyor.. Karmin katkılı yiyecek ve içecekler her markette rahatlıkla satılıyor, ne Bakan’dan ne marka yöneticilerinden, ne de ödül dağıtan sözüm ona tüketici örgütlerinden ses seda çıkmadı. Ürün ambalajında karmin maddesinin muhteviyatta varlığını kaç marka yazıyor?
Olayın patlak vermesinden sonra Starbucks artık böcek kanı kullanmayacağını ilan etti.
Peki bizim ‘anlı şanlı’ markalarımızın neden sesi soluğu çıkmıyor?
Neymiş efendim, Türk Gıda Kodeksi bu böceğin sofraları lezzetlendirmesine müsaade ediyormuş!
Kodeks ayet midir beyler? Gökten vahiy yoluyla mı indirilmiştir? Harfine dahi dokunmak helak olmakla eş anlamlı mıdır?
Kodeksi yazanlar hangi şartlarda ve kimlerin sağlığını göz önünde bulundurarak bunu kaleme aldılar.
Bunun tek izahı vardır: Tüketiciyi yok saymak!
BOZUK SÜT ‘SÜTÜ BOZUKLARIN’ İŞİ Mİ?
Üç bakanlığın ortak çalışmasıyla 7.2 milyon öğrenciye hergün 200 mililitre bedava süt dağıtılmaya başlanacaktı.
İlk ihale yapıldı. Olmadı, ikincisi… Derken tüm detaylar yoluna kondu ve projenin uygulama tarihi de ilan edildi.
2 Mayıs 2012 tarihinde tüm Türkiye’de; leblebi ve süt tozuyla ilköğretim evrelerini tamamlayan büyükleri tarafından miniklere gerçek süt dağıtımı gerçekleşti.
Türkiye bir büyük projeye şahit oldu.
Ancak bir takım aksaklıklar yaşandı. Olmamalıydı ama oldu. Nihayetinde siz dev bir organizasyona soyunmuşsunuz, birkaç yüz kişilik sapma olabilirdi. Öyle de karşıladık.
Buna itiraz edenlerin gerçek niyetleri tarafımızdan bilindiği içindir ki, her şeye rağmen bu projeyi destekliyor ve devam ettirilmesinin hayati önemine inanıyoruz.
Keşke Diyarbakır Valisi’nin ilk ‘şok’un etkisiyle yaptığı o talihsiz açıklamalar olmasaydı. O da diğer illerin valileri gibi itidalli davranabilse ve minicik yürekleri suçlayıcı ifadeler kullanmasaydı.
Neyse artık, hepsi geride kaldı.
Her üç Bakanlıktan da rahatlatan açıklamalar geldi. Olayın iç yüzü araştırılacak, soruşturma sonuçlarına göre de suçlular en ağır şekilde cezalandırılacak.
Asayiş berkemal vesselam…
Bu proje devam etmeli. Ne kömür dağıtımı, ne kitap, ne de Fatih projesi…
Bu hepsinin karşılığı bir proje. Memleketin geleceğini omuzlayacak nesillerin sağlıklı beslenmesiyle ilgili…
Ne demek istediğimi leblebi tozu ve bilumum ‘toz’larla aynı evreyi yaşayan nesil çok iyi anlayacaktır.