Balın tadını kaçırdılar!

Türkiye'nin ünlü arıcılık bölgelerinde arılar artık nektar toplamayı bırakıp, önlerine konan şerbeti bala dönüştürüyor.

Balın tadını kaçırdılar!
Çiçek nektarlarından ve polenlerden gelen özelliklerin hiçbirine sahip olmayan bu ballar, ilaç niyetine astronomik fiyatlardan satılıyor. Ancak bala gereken özeni gösteren firmalar da var

Bitkilerden zeytine, hayvanlardan da arıya saygım büyüktür. Zeytin ve zeytinyağı üzerine sık sık yazıyorum. Arşivimi karıştırdım, bugüne dek sadece tek bir kez arı ve onun emsalsiz ürünü bal hakkında bir yazım yayımlanmış. Kuşkusuz bu, arı ve onun balına olan sevgimin azalmasından kaynaklanmıyor. Zira 1 gram bal için 4 binden fazla çiçeğin nektarını toplayan, bir kez döllendikten sonra yaşamı boyunca milyonlarca yumurta bırakan kraliçelere sahip, kendi aralarında kuyruk hareketleri ve daireler çizerek 'konuşan' bu çalışkan ve özverili hayvancıklara hayranlığım hiç eksilmedi. Bala uzunca süredir mesafeli durmamın sebebi arıcılık dünyasından gelen haberler. Bundan yaklaşık iki ay önce Mutfak Dostları ile gittiğimiz Sisam'da bir manastırı gezdik. Manastır mağazasında bütün grup, din adamlarının hileli bal yapmayacağı inancıyla, kavanoz kavanoz manastır balı alıp Türkiye'ye döndü. Ballarımıza güven duymayan sadece ben değilmişim meğer. Bal, gerçekten gözü kapalı market rafından rastgele alınıp çoluk çocuğa yedirilecek bir şey değil. Arıcının bilgisizliğinden kaynaklanan birçok tehlike içerdiği gibi, gözünü para hırsı bürümüş kişilerin kolaylıkla hile katabildikleri bir gıda ürünü. Ne yazık ki Türkiye'nin bazı çok ünlü arıcılık bölgelerinde arıların artık nektar toplamayı bıraktıklarını, önlerine konan şerbeti bala dönüştürdüklerini, çiçek nektarlarından ve polenlerden gelen özelliklerin hiçbirine sahip olmayan bu balların ilaç niyetine astronomik fiyatlardan satıldığını biliyorum. Altıparmak Gıda Sanayii'nin sahibi Özen Altıparmak beni iki hafta önce üretim tesislerine davet etti. Arıcılık ve bal hakkındaki bilgilerimi tazelemek için yaptığım bu ziyaretten çok mutlu ayrıldım. Altıparmak, Çekmeköy'de. Bugünler bal hasadının oldukça yoğun günleri. Dolayısıyla geniş fabrika arazisi içinde çok sayıda kamyon boşaltılmayı bekliyordu. Ar-Ge ve Kalite Güvence Müdürü Aslı Elif Sunay beni önce laboratuara aldı ve önce balların; monoflora, yani tek çiçekten üretilen ballarla, poliflora, yani balın birçok çiçeğin nektarlarından oluşturduğu ballar olarak ikiye ayrıldığını anlattı. Pamuk, ayçiçeği, portakal, bergamut, kestane balları ve arının çam basrası denen minik böceklerin salgısından bala dönüştürdüğü çam balı, monoflora ballarıydı. Yayla ve çiçek balları ise poliflora sınıfına giriyordu. Aslı Hanım'ın, en yeni teknolojiyle donatılmış laboratuarları sayesinde son yıllarda Türkiye'nin bal haritasını çıkardıklarını söylemesi benim için ilk büyük sürpriz oldu. Balların özelliklerine göre 45 bölgeye ayrılan Türkiye'deki yöresel balların bütün özellikleri 65 parametrelik incelemeler ve tadımlar sonucu tek tek kayıt altına alınmıştı. Dolayısıyla bugün hangi bölgenin balı getirilse, bilgisayardaki polen analizleriyle ürünün analiz sonuçları karşılaştırılıyor, tadımlarla doğrulanıyor ve balın gerçekten o bölgeye ait olup olmadığı anlaşılıyor. Ancak henüz değil apelasyon sistemi, bal konusunda coğrafi işaretin bile bulunmadığı yurdumuzda bütün ülkenin ballarının haritasının çıkarılmış olması aslında laboratuar çalışmalarının bir yan ürünü. Laboratuarın kuruluş amacı, benim için karabasan haline gelen hileli, zirai ilaç ve antibiyotik karıştırılmış balların saptanması.

NAFTALİNİN BALDA NE İŞİ VAR?

2000 yılında ihraç edilen ballarımızda naftalin çıktığına ilişkin haberleri belki hatırlarsınız. O zaman naftalinin balda ne işinin olduğunu düşünmüştüm. Bunu firmanın sahibi Özen Bey anlattı: "Sonbaharda ballar sağıldıktan sonra, boş petekler depolarda gelecek bahara kadar bekletilir. Bu sırada peteklere güve dadanır. Evindeki elbiseleri naftalinle koruyan arıcı, peteklere de naftalin serperek sorunu çözümlemeye çalışmıştı." İnsan sağlığına son derece zararlı naftalinin ballarımızda bulunduğu duyulunca, yurtdışında Türk ballarına karşı ambargo hazırlıkları başlamış, Altıparmak'ın da girişimiyle yapılan yoğun eğitici seminerler sonucu bugün artık naftalin sorunu ortadan kalkmış. Ancak antibiyotik ve zirai ilaçlar sorunu hâlâ sürüyor. Üretici, arılarını korumak amacıyla bilgisizce bu ilaçları uyguluyor. Oysa Gıda Kodeksi'ne bağlı olarak çıkarılan Bal Tebliği'nde, "Bala gıda katkı maddeleri de dahil olmak üzere dışarıdan hiçbir madde katılamaz. Bal doğal bileşiminde bulunmayan organik ve/veya inorganik maddelerden ari olmalıdır," deniyor. Buna karşın şeker fabrikalarımız, arıların kış aylarında beslenebilmesi için 'bal şurubu' diye, balın özelliklerine yakın bir şurup üretiyor. Vicdansız arıcılar ballarına bu şurubu katıp öyle piyasaya sunuyorlar ve bunu hiçbir damak fark edemiyor. Avrupa'da eşdeğer en gelişmiş dört bal laboratuarından biri olan Altıparmak laboratuarlarında bu 65 parametrenin önemli bölümü bala dışarıdan şurup katılıp katılmadığını saptamaya yarıyor ve sonuçta en küçük hile bile tespit edilebiliyor. Özen Bey, "Hileli çıkan balları imha ediyor, sahibine geri vermiyoruz," diyor. Firmanın değişik fiyat kategorilerinde Balparmak, Binbirçiçek ve Balkovan markaları var. Balparmak markası altında Bingöl, Muş, Yüksekova, Şemdinli ve Kayseri'nin yaylalarından toplanan ballar "Yöresel Ballar" olarak ayrı ayrı piyasaya sunulmuş. Tesisi gezdikten sonra yaptığımız bal tadımında hepsini tattım. Her birinin çok farklı, birbirinden nefis aromalarına hayran kaldım.. Daha fazla kâr uğruna sürekli kaliteden ödün verilen bir ortamda, gıda sektörümüzün geleceğinden umudumu yitirmeye başladığım bir dönemde Altıparmak tesisleri bana hayat öpücüğü gibi geldi. Ama beni en çok mutlu eden, tüm ayrıntılarına kadar her özelliği denetlenen, güvenerek satın alabileceğim balı sonunda bulmuş olmamdı.

KAYNAK

Ahmet Örs - Sabah

//www.sabah.com.tr/Pazar/Yazarlar/ors/2011/08/21/balin-tadini-kacirdilar

YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER

banner50

banner52