Bitkilerle tedavi bilim mi, şarlatanlık mı?

Alternatif tıbbın farklı türleri içinde ülkemizde en çok rağbet göreni “fitoterapi” yani “bitkilerle tedavi”dir.

Bulantı için nane-limon çayı, öksürük için zencefilli bal, kabızlığa karşı sinameki de geniş manada bitkilerle tedavi sayılır ama fitoterapi denince daha ziyade formülü herkes tarafından bilinmeyen “efsunlu karışımlar” anlaşılır.

Bizde de yüzyıllardır çok yaygın olan “geleneksel fitoterapi” iyi niyetle, Allah rızası için yapılan ve bazen gerçekten de çok işe yarayan bir tedavi yöntemidir.

Bitkilerle tedavinin temeli gözlemlere, dine, inançlara ve kültürlere dayanır.

Usta-çırak, hoca-talebe, baba-oğul ilişkisi ile öğrenilir.

Usta veya hoca, eğitimleri ve hatta bazılarının okuma-yazmaları bile olmayan kişilerdir.

Ürünlerini ilkel yöntemlerle kendileri hazırlarlar ve bunları hiçbir ücret almadan verirler.

Bunların faydaları toplumda kulaktan kulağa yayılır; efsane olur.

Modern fitoterapi doğdu
Bitkilerle tedavinin giderek büyük kazanç sağlayan bir sektör olduğunun anlaşılmasıyla beraber de “modern fitoterapi” doğdu.

Eskiden ilkel yöntemlerle her kişi için özel yapılan bitkisel ürünlerin yerini teknolojiden yararlanılarak seri olarak üretilen, ilaçlar gibi marka ve şık ambalajları olan ürünler alır oldu.

Fitoterapi, dünyanın kâr payı en yüksek sektörlerinin başında gelir; üç kuruşluk otlar yüzlerce liraya satılabilir.

Çoğunun etkinlikleri ve emniyetleri bilimsel yöntemlerle “kesin olarak kanıtlanmamış” bu ürünlerin serbestçe reklâmı yapılabilir ve tüm dünyada özellikle de Amerika ve Avrupa ülkelerinde kapış kapış satılır.

Bunlar hastalıkların tedavisi için olduğu gibi, yaşlanmayı geciktirme, bağışıklığı kuvvetlendirme, hastalıkları önleme gibi durumlar için de tavsiye edilir.

Bizim uyanıklar iş başında
Son senelerde fitoterapinin büyük bir kazanç kapısı olduğunu gören bazıları doktor, çoğu ise tıp dışı mesleklerden olan “kerameti kendinden menkul uyanıklar” türemeye başladı.

Bunlara daima ‘Hocam’ şeklinde hitap edilir. İnsanların çoğu da bunları gerçekten tıp doktoru ve tıp profesörü sanır.

İdrar kaçırmadan adet sancısına, egzamadan hepatite, meme büyütmeden boy uzatmaya, kanserden boyun fıtığına, kıl dönmesinden astıma kadar akla hayale gelebilecek her şikâyet ve hastalığa iyi geldiği söylenen bu ürünlerin hiçbirinin kanıtlanmış etkisi yoktur.

Bu uyanıklar bilimsel(!) araştırmalar yaptıklarını söylerler ama bunları yapmaya ne yetkileri ne de imkânları vardır.

Zaten bu araştırmaların hiçbirini tıp dergilerinde görmek mümkün değildir.

Aslında böyle bir araştırma zaten çoğu zaman yapılmamıştır; olanların da bilimsel bakımdan hiçbir değeri yoktur.

Duygu sömürüsü yanında din sömürüsünü de mükemmel becerirler.

“Evelallah” veya “Allah’ın izniyle” gibi ifadeler ağızlarından hiç düşmez.

Araştırmalarının ve ürünlerinin onlarca internet sitesinde yayınlandığını, bütün dünyada kabul gördüğünü, milyonlarca kişi tarafından kullanıldığını “üfürürler”.

Bazıları göbek havaları veya kahkahalarıyla meşhur sarışın kadın programlarında, bazıları ise uydu üzerinden yayın yapan kanallarda sıkça boy gösterirler.

Ürünlerinin, kitaplarının, sitelerinin serbestçe reklâmını yaparlar.

Bazılarının fiyatı birkaç yüz lirayı bulan ama aslında beş para etmez onlarca ürün genellikle internet üzerinden veya özel dükkânlarda serbestçe satılır.

Fitoterapi bir bilim dalıdır
Fitoterapi, ağızları iyi laf yapan şarlatanların ellerine teslim edilmemesi gereken ”değerli bir bilim dalı“dır.

Sağlık Bakanlığı (çünkü üniversitelerden hiçbir ümidim yok!) fitoterapiye sahip çıkmalı ve acilen bir “Fitoterapi Enstitüsü” kurmalıdır.

Bitkiler bu merkezde sistemli bir şekilde araştırılmalı; etkinlikleri, nerede ve nasıl kullanılacakları bilimsel yöntemlerle belirlenmelidir.

Bu işte, petrolden daha çok kazanç vardır.

Meydan ot-çöp şarlatanlarına bırakılmamalıdır
Son senelerde sayıları ve görünürlülükleri giderek artan “ot-çer-çöp şarlatanlarının” aslında fazla bir kabahati yoktur.

Bu eşhas, fırsattan istifade eden uyanıklardır.

Esas suçlular ise:

BİR: Halkı resmen dolandıran bu şarlatanlara karşı gereken tedbirleri almayan Sağlık ile Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlıklarıdır.

İKİ: Halkın aldatılmasına seslerini çıkarmayan veya çıkarmaya korkan üniversiteler ve onların “sözde” bilim adamlarıdır.

ÜÇ: Tiraj ve reyting kaygılarıyla bu zevatı haber yapan, ekranlarında saatlerce konuşturan medyadır.
Yazının tamamını okumak için tıklayın

YORUM EKLE

banner50

banner52