Haber / Kubilay Aktürk
Gıdavitrini - Türkiye Sinema ve Audiovisuel Kültür Vakfı’nın (TÜRSAK) Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın desteği ile gerçekleştirdiği 19. Randevu İstanbul Uluslararası Film Festivali, yeni bölümü Gastronomi Filmleri ile her geçen gün daha da parlıyor. Dünyanın seçkin festivallerinde yer almış filmlerin gösterimlerinin yanı sıra uzmanlarca gerçekleştirilen film sunumları hem sinemaseverler hem de gastronomi meraklıları için yepyeni ufuklar açıyor.
Gıdavitrini - Türkiye Sinema ve Audiovisuel Kültür Vakfı’nın (TÜRSAK) Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın desteği ile gerçekleştirdiği 19. Randevu İstanbul Uluslararası Film Festivali, yeni bölümü Gastronomi Filmleri ile her geçen gün daha da parlıyor. Dünyanın seçkin festivallerinde yer almış filmlerin gösterimlerinin yanı sıra uzmanlarca gerçekleştirilen film sunumları hem sinemaseverler hem de gastronomi meraklıları için yepyeni ufuklar açıyor.
Bunlardan biri de, Beykent Üniversitesi Gastronomi ve Mutfak Sanatları Bölümü’nden Yrd. Doç. İlkay Kanık’ın gerçekleştirdiği “Yemek ve Sinema” başlıklı sunumdu.
Öncelikle festivale yönelendirdiği öğrencilerinin filmleri takip ettiğini ve çok beğendiklerini öğrendiği için mutlu olduğunu belirten Kanık, “Bu karşılaşmaları sağladıkları için TÜRSAK’a çok teşekkür ediyorum” diyerek sözlerine başladı. Kanık daha sonra gösterimin yapıldığı Atlas Sineması’nın da içinde yer aldığı İstiklal Caddesi’nde hareketle yemek kültürü ve sinema ilişkisini yine ‘karşılaşma’ kavramı üzerinden şu sözlerle yorumladı:
“20 yıl önce üniversite için geldiğimden beri hep İstiklal Caddesi’ndeyim, müdavimi oldum. Ama klasik mekanları tek tek yok olmaya başladı; yemek mekanları, sinemaları, kitapçıları… Aslında bunlar, farklı karşılaşmalara alan açıyordu. ‘Ben’ ve ‘başkası’ üzerine düşünmeye itiyordu insanı ve buradan da yaratıcılık doğuyordu. Kendi sınırlarını ve sınırın ötesini fark etmek yeni alanlar için ilham kaynağı oluyordu.
Gastronomi tarihine baktığımızda da karşılaşmaların önemini görüyoruz. Göçlerle, savaşlarla gastronomi kültürü de etkileniyor. İnsanların hareketiyle malzemeler ve teknik de hareketleniyor. Bu alanda hareketli coğrafyalara baktığınızda en zengin yemek kültürlerinin olduğunu görürsünüz. Şu an ise yeni bir dönemde yaşıyoruz; internet teknolojisi sayesinde her an, her yemek kültürü ile karşılaşabiliyoruz. Mesela Çorum’da bulgurlu suşi yapılıyor! Ev kadınları geliştiriyor bunu.”
Yemek, sinemanın yıldızı haline geldi Sinemada ise yemek yemeye zaman içinde çok farklı yaklaşımların olduğunu dile getiren Kanık, bunu şu örneklerle anlattı:
“Yemek ve sinema da yeni bir karşılaşma yaşıyor. San Sebastian ve Berlin festivalleri buna özel bir bölüm ayırmaya başladı. Yemek, sinemanın yıldızı haline geldi. 80’ler öncesi filmlerde böyle değil. Mesela ‘Burjuvazinin Gizemli Çekiciliği’ filminde Luis Bunuel, burjuvaziye yemek yedirmez bir türlü. Marco Ferreri’nin ‘Büyük Tıkınma’sında ise burjuvazi yemek yer ama sonra da ölür. Türk sinemasından Başar Sabuncu’nun ‘Zengin Mutfağı’nda da zengin mutfağının içindeki farklı sınıfsal dinamikleri görürüz. Yani yemek yemek bir hazdır ama burjuva eleştirisi öğesi olarak görürüz bu filmlerde. 80’lerden sonra değişiyor; yemek, yıldızlaşmaya başlıyor. 90’larla beraber ise yemek başında toplanan, zevkle yemek yiyen insanlar görünüyor perdede. 2000’lere gelindiğinde özellikle fast food’u eleştiren belgeseller çıkmaya başlıyor.”
Kanık, Türk sinemasında ise Yeşilçam döneminde ‘zengin mutfağı’ ve ‘fakir mutfağı’ arasındaki çok sivri ayrımların gösterilmesinin ötesinde incelikli bir çalışma olmadığını söylerken, yakın dönem Türk sinemasında da isimleri ile yemek kültürü hakkında çağrışımlar yapsa da, gerçek anlamda yemek kültürünü sergileyen filmler olmadığına dikkat çekti. Kanık “Zengin bir mutfağımız var diyorsak, bunu perdede de görebilmeli ve gösterebilmeliyiz” diye konuştu.